Elçin Afacan, 24 yaşında. Bir Ocak ayının öğleninde, İstanbul'un bir ilçesinin bir caddesinin bir hastanesinde doğmuş bir kız evladı. Evlat demişken; anne ve babasına ilkokul üçüncü sınıfta sahneye çıkıp 'tiyatro oynayacağım,' diyen biri. Sonrasında olaylar şöyle gelişiyor: sahnede tek başına bir monoloğu var ezberinde. Çıkıyor sahneye … Es… Sağ tarafına bakıyor öğretmeni, soluna bakıyor annesi, seyircilerin arasından babasını da seçiyor. Seyirci beklemede. Kimisi 'bizim çocuk olsa böyle olmazdı,' diyor içinden kimisi 'niye susuyor bu kız?'. Kimisi de 'annesine, babasına yazık!' Derin nefes alıyor ve sahne… Alkış kıyamet… Böyle başlıyor oyunculuk hayatındaki deneyimleri. Hatta, o müsamerenin fotoğrafı Mersin'de dedesinin evinin girişinde hala durur. Sonra lisede Adıgüzel Güzel Sanatlar Lisesi'ne gidip tiyatro okudu. Ardından da konservatuvar sınavları ve MSGÜ Tiyatro Bölümü'nü kazandı. Okul yılları zor olsa da bir şekilde mezun oldu. Ayrıca tenis ve yüzme branşlarında lisanslı bir sporcu kendisi; bunların dışında resim yapıyor ve uzun zamandır şarkı sözü yazmayı ve söylemeyi seviyor. Üniversitede Balkon, Bay Kopert, Yanlışlıklar Komedyası, Dolores Caliborne gibi oyunlarda oynadı. Dışarıdan da Semiha Berksoy Vakfı'nın İsmene oyununda ve geçtiğimiz aylarda Gamsız Hayat dizisinde rol aldı. Benim İstanbul'um; bütün cefasıyla, Moda'ya çıkıp, yahut Bağdat Caddesi'ne, temiz olmayan havayı soluyup 'Oh be!' demek. Bu şehrin sırrı; şehre kendinizi ne kadar uzak hissediyorsanız o kadar bütün olmanız bence. Öyle bir şehir ki burası, sırrı da tam olarak yaptığı büyüde. Hiç ait değilken buraya bir de bakmışsınız bir parçasısınız onun. Güvercinleri, harabeleri, tarihi, dilencisi, kedisi, köpeği, kahvaltıcısı, dondurmacısı, ucuzcusu, çaycısı, setleri, fakirhaneleri, içki sofraları, zengin han-hamamları… Yapmak istediğim şey; bu eylemin kendisi! Bağırmak, sesimi duyurmak, el sallamak, gülmek, ölmemek. Bilmem ki her şey çok hızlı değişmiyor mu?